
Uzun süredir Rusya–Ukrayna hattında devam eden bir sessizlik vardı ve bu sessizlik bozuldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın planının gün yüzüne çıkmasıyla artık üzerinde konuşulacak somut bir metin bulunuyor ki herkes konuşmaya da başladı.

Aslında ilk barış planı metni İstanbul’da ortaya çıkmıştı ve o gün o imzalar atılmış olsaydı herkesin ortak fikri, “Bu kadar can kaybı olmayacaktı ve bugün Trump’ın barış planı olarak konuşulan, Ukrayna açısından İstanbul’da imzalanmak üzere olan o anlaşmayı mumla aratan 28 madde ile karşı karşıya kalınmayacaktı.”
Putin plana sıcak bakıyor
Planın Ukrayna’ya teslim edildiğinin konuşulmaya başlanmasının ardından, Rusya’nın bu konudaki tutumu merak ediliyordu. Dün akşam Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Biz bu planı Alaska’da konuşmuştuk, sadece biraz şekillendirilmiş ve üzerinde çalışılmış” ifadeleriyle metnin Alaska’da formüle edildiği netleşmiş oldu. Rusya, bu plana olumlu baktığını ve bunun temel alınarak barışa gidilebileceğini en başından beri dile getiriyordu; nitekim Alaska sonrasındaki tüm gerginliklerde “Biz hâlâ Alaska’da konuştuklarımızın arkasındayız, ekleyecek ya da çıkaracak bir şey yok” vurgusunu hem Kremlin hem de Rusya Dışişleri Bakanlığı sık sık tekrarlıyordu.
Her ne kadar planın şu an Rusya ile değil yalnızca Ukrayna ile görüşülüyormuş gibi bir görüntü ortaya çıksa da, Alaska’da şekillenmiş olması bunun Rusya’nın bilgisi dâhilinde olduğunu ve dolayısıyla önce Ukrayna’nın ikna edilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Hatırlayın, plan ilk ortaya çıktığında ABD Başkanı Donald Trump o kendine özgü heyecanlı üslubuyla “Çok yakında Volodimir Zelenskiy–Vladimir Putin görüşmesi olabilir” demişti. Hatta o günlerde bu köşede barışın sinyallerinin iyice belirginleştiğini yazmıştım; çünkü Rusya’yı tanıyan biri olarak o dönemde Vladimir Putin’in tavırlarından ve açıklamalarından bunun çok net okunabildiğini görmüştüm. Süreci uzatan ve Trump’ı şaşırtan Zelenskiy oldu.
Hatırlayın, Alaska sonrası Donald Trump Washington’da Zelenskiy ve Avrupa Birliği liderlerini Beyaz Saray’da topladı; kapsamlı bir toplantı yaparak onları bilgilendirdi. Bu toplantı sırasında Kremlin’i arayıp Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le tekrar görüştü, planı netleştirdi ve yine o heyecanlı tavırlarıyla, hatta neredeyse tarih vererek, “Bir hafta içinde Zelenskiy–Putin görüşmesi olacak” dedi. Ancak Ukrayna’nın karar değiştirmesi nedeniyle bu görüşme gerçekleşmedi ve Trump bunun ardından sert bir tepki göstererek desteğini çekebileceğini ifade etmişti. Son Washington ziyaretinde Zelenskiy’in aradığını bulamadığını, kamera görüntülerine yansıyan yüz ifadesinden de anlamıştık.
Bütün bunları şunun için aktarıyorum: Rusya ile konuşulacak fazla bir şey yoktu çünkü planın Alaska’da Rusya ile birlikte detaylandırıldığı artık çok açık. Yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır; Putin’e bir şeyi zorla yaptıramayacağınızı, ancak konuşarak ve karşılıklı ikna ile bazı alanlarda uzlaşma sağlanabileceğini defalarca yazmıştım. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de dün akşam yaptığı açıklamada Alaska’da esneklik gösterdiklerini ifade etti. Bu da Trump’ın Alaska’da Putin’i belirli noktalar konusunda ikna ettiğini gösteriyor. Ancak Ukrayna tarafı bu plan üzerinde tam bir uzlaşı sağlayamadığı için metin uzun süredir rafa kaldırılmış ve süreç sessizliğe bürünmüştü.
İşte o sessizlik artık tamamen bozuldu.
ABD, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’e planı resmen sunarak “Bunun dışında çözüm yok; ya kabul edersin ya da biz yokuz” mesajını iletti. Zelenskiy de halka yönelik konuşmasında üzerindeki bu baskıya atıfla “Şimdi Ukrayna çok zor bir seçimle karşı karşıya kalabilir. Ya onurunu kaybetmek ya da kilit bir ortağı kaybetme riski” ifadesini kullandı. Bu açıklama, Ukrayna’nın artık çıkmaz bir noktaya sürüklendiğini gözler önüne serdi.
ABD’nin konuya yaklaşımı da son derece net. Geçen yıl bu aylarda seçim heyecanı yaşayan Donald Trump’ın “Göreve gelir gelmez çözeceğim” söylemleri vardı; aradan bir yıl geçti ve çözüm gelmediği gibi durumun daha da zorlaşmaması için Washington baskıyı artırmak zorunda kaldı. Avrupa Birliği’nin Ukrayna’nın savaşmaya devam etmesini teşvik eden tavrının aksine ABD, “Hiçbir Ukraynalı ve hiçbir Rus ölmesin” yaklaşımını daha belirgin şekilde öne çıkarıyor. Trump’ın “barışı sağlayan lider” olarak anılma arzusu da bu tutumu pekiştiriyor; tabii biraz da açılacak kart kalmamasından kaynaklanıyor.
Özetle söylemek gerekirse, ABD Rusya’ya karşı atılabilecek tüm yaptırım adımlarının attıldığını ve artık kartlar arasında büyük bir yaptırım kozunun kalmadığını, bu yaptırımların hiçbirinin Rusya’yı geri adım attıramadığını görmüş durumda. Bir yandan da herkes almak istediğini büyük ölçüde aldı: ABD, Ukrayna ile değerli toprak madenlerinin tedarikine ilişkin anlaşmalarını yaptı; Avrupa Birliği aldığı kararlarla birlik görüntüsünü korumaya çalıştı; NATO, kendi üyeleri üzerindeki kontrolünü pekiştirdi; Rusya ise sahada ilerleyerek hedeflediği sınırlara önemli ölçüde yaklaştı. Bu noktadan sonra çatışmanın uzaması yalnızca zaman kaybı ve onlarca yıl sürecek büyük bir bataklık riskini beraberinde getiriyor ve hiçbir taraf artık böyle bir tabloya sıcak bakmıyor.
İstanbul’da imza atsa bu 28 madde ile karşılaşmamış olacaktı
28 maddelik metin Ukrayna tarafından her ne kadar ağır bulunmuş olsa da, ülkeyi bu noktaya getiren sürecin temelinde İstanbul’da imzaya çok yaklaşmış ve çok daha dengeli görünen anlaşmanın reddedilmesi yatıyor. Rusya o dönemde defalarca “İstanbul mutabakatını yeniden gündeme getirebiliriz” demiş, ancak bu çağrı görmezden gelinmişti. Bugün gelinen aşama ise Ukrayna’yı Donald Trump’ın barış planına mecbur kaldığı bir noktaya getirdi.
O gün İstanbul’daki metin imzalansaydı ne bugünkü kadar ağır şartlar masada olacaktı ne de yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş, ne de şehirler yıkılmış olacaktı. Şimdi ise Ukrayna açısından durum tam anlamıyla bir ikilem içeriyor: İmzalasa “Madem bu şartlara razı olacaktın, en başından neden direttin?” tepkisiyle karşılaşacak; imzalamasa Rusya’nın sık sık dile getirdiği gibi zaman aleyhine işliyor ve her geçen gün daha fazla toprak kaybetme riski artıyor. Bu nedenle süreç onlar adına tam bir çıkmaza dönüşmüş durumda.
Buna rağmen dünyanın büyük bölümü — savaş yanlıları hariç — bu çatışmanın bir an önce sona ermesini istiyor. Çünkü savaş, küresel ekonominin işleyişini ciddi biçimde bozdu; uluslararası ticaret ve para transferi mekanizmalarını sekteye uğrattı. Yaptırımlar yalnızca Rusya’yı hedef alıyor gibi görünse de aslında tüm dünyayı etkileyen geniş bir çarpana dönüşmüş durumda. Bu nedenle hem ekonomik hem siyasi açıdan dünyanın sırtındaki en ağır yüklerden biri hâline geldi.
Kremlin’in bu planın oluşturulmasında Alaska’da doğrudan rol aldığı dikkate alındığında artık temel meselenin Ukrayna’nın ikna edilmesi olduğu görülüyor. Ancak Ukrayna’da dikkat çekici bir döngü var: Ukrayna Lideri, ABD ile görüştüğünde plana yakın duruyor, fakat Avrupa liderleriyle temaslarının ardından bu tutumunu değiştiriyor. Bu döngünün kırılması gerekiyor. Akla ilk gelen seçenek Zelenskiy’in konuyu halk oylamasına götürmesi olabilir; ancak Ukrayna Anayasası gereği böyle bir referandumun hazırlanması bugünden yarına “Hadi yapalım” denebilecek bir süreç değil. Dolayısıyla kısa vadede uygulanabilir bir çözüm olarak görünmüyor.
Tüm bu tablo, önümüzdeki günlerin son derece kritik olacağını gösteriyor. Hem Washington’un sabrının tükenmiş olması hem de sahadaki fiili durumun Ukrayna aleyhine hızla değişmesi, karar sürecini kaçınılmaz biçimde hızlandıracak. Artık ya bir uzlaşı yönünde adım atılacak ve dünya rahatlayacak ya da çatışmanın küresel bir boyuta dönüşeceği çok daha tehlikeli bir evreye sürüklenmesi riski belirecek. Dünyanın beklentisi ise net: Bu savaşın bir an önce sona ermesi ve uluslararası sistemin üzerindeki ağır yükün artık kalkması.