
Geçtiğimiz hafta Rusya’da iki önemli gelişme yaşandı. Olaylar gerçekten büyüktü, evet; ancak dikkat çekici olan şu: Rusya’nın konuşmadığı kadar, bu olayları Türkiye konuştu.

Millet olarak bazı şeyleri çok mu büyütüyoruz? Yoksa bazı gelişmelerin ardında fazlasıyla detay mı arıyoruz? Belki de işin aslı şu ki: Geldiğimiz noktada medyamızın “renkli uzmanları”, olayları alıp bambaşka yerlere taşıyor. Bu da başlı başına bir tartışma konusu. Gelin size konunun gerçek yönlerini anlatayım.
Birincisi, Rusya’nın en uzak noktalarından birinde meydana gelen depremdi. Evet, 1952’den bu yana yaşanan en şiddetli depremlerden biri gerçekleşti. Okyanusun içinde, 17 kilometre derinlikte ve karadan 150 kilometre uzaklıkta, 8.8 büyüklüğünde bir sarsıntıydı bu. Tsunamiye neden oldu; dört dalga hâlinde bir kıyı yerleşimini vurdu ve 2.400 nüfuslu bir yerleşim bölgesi sular altında kaldı. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, ne can kaybı yaşandı ne de bir yapı zarar gördü.
Kremlin’den yapılan açıklama çok netti: “Bu deprem, yapılarımızın sismik dayanıklılığını test etti. Kimsenin zarar görmemesi sevindirici. Yapıların hasar almamış olması, doğru işler yaptığımızı gösteriyor.” Ve konu Rusya için orada kapandı.
Ama Türkiye’de öyle olmadı. Televizyonlarda, tartışma programlarında, her konunun uzmanı olan kişiler bu depremi öyle farklı açılardan ele aldılar, öyle abarttılar ki… Moskova’da yaşayan bizler –ki deprem bölgesine en az 7 bin kilometre uzaktayız– Türkiye’deki dostlarımızdan “geçmiş olsun” telefonları almaya başladık. Oysa Rusya’nın ilk gün, hatta birkaç saat içinde konuşup kapattığı bir olayı, bizimkiler iki gün boyunca farklı boyutlarda işlediler. Olay, sevdiklerimizin endişe duymasına kadar vardı. Evet, depremden büyük zarar gören bir ülkeyiz; bu endişe anlaşılabilir, ama bu kadar da değil…
İkinci gelişme ise Trump’ın nükleer denizaltı çıkışıydı. Rusya’nın eski devlet başkanı ve başbakanı, şu anda ise Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı olan Dmitriy Medvedev’in, Trump’ın açıklamalarına sosyal medyada verdiği yanıtlar, Rusya’da son derece sıradan karşılandı. Zira Medvedev artık kamuoyuna doğrudan seslenen bir figür değil; sosyal medyada zaman zaman yazılar paylaşan, kenarda kalmış bir isim. Hatta Ruslar bile, “Başkanlık yaptığı dönemde bu kadar sert değildi, ne oldu da böyle oldu?” diye soruyor kendi kendilerine.
Sokaktaki sıradan bir Rus vatandaşı Medvedev’in açıklamalarına hiç önem vermezken, bizim basınımız bu sözleri manşetlere taşıdı. Tartışma programlarında, konunun aslı astarı tartışılmadan “nükleer savaş çıkıyor” başlıkları atıldı. Trump’ın, iki nükleer denizaltının yerinin değiştirildiğine dair açıklaması Rus televizyonlarında, bizim tartışma programlarımızda olduğu kadar bile yer bulmadı. Bizim “renkli ekran uzmanları” konuyu öyle bir işledi ki, gece televizyon karşısında otururken –konuyu bölgeden takip eden biri olarak– ağzım açık izledim.
Rus yetkililer –diplomatlar dâhil– bunun sıradan bir olay olduğunu, Rusya’yı tehdit eden bir durum olmadığını, ülkenin buna yanıt verecek güce zaten sahip olduğunu ve bu nedenle endişe duymadıklarını ifade edip konuyu kapattılar. Hatta o kadar temkinli ve bilinçli şekilde şu cümleyi kurup ek bir açıklama bile yapmadılar: “Nükleer kelimesi öyle gelişigüzel ağıza alınmamalı. Rusya, her türlü senaryoya karşı kendini savunacak güçtedir. Her adıma verilecek cevabı vardır. Ancak bu kelimenin uluorta kullanılması da doğru değil.”
Ne Kremlin’den ne de Dışişleri Bakanlığı’ndan, Medvedev’in ya da Trump’ın açıklamalarına dair bir yorum gelmedi. Ama bizim ‘uzmanlarımız’ tartışmaları saatlerce sürdürdü. Televizyon başında izlerken hayret ettim.
Velhasıl, geçen hafta Rusya ile ilgili bu iki konu, Rusya’da konuşulmadığı kadar bizim medyamızda konuşuldu. Başladıkları noktayla vardıkları nokta arasında bağlantıyı kaybettikleri, konuşmalarına da yansıdı.
Her şeyi bilen “renkli ekran uzmanları” son on yılda öyle bir etki yarattılar ki, toplumun düşünce biçimini değiştirdiler. Sıradan insanlar, sıradan olayların altından korkunç senaryolar çıkarmaya başladılar…